Hamza Aktan
Türkiye’nin PKK kurulduğu ve silahlı mücadeleye başladığı günden bu yana bu örgüt etrafında inşa edip yürüttüğü paradigma, aradan 30 yıl geçtikten sonra kendisinin de üzerine bir yük olacak şekilde yerleşip kaldı. Sorunun çözümünün ötesinde geniş bir kamusal düzlemde incelenip tartışılmasını da çoğu zaman imkânsızlaştıran bu siyaset halen Türkiye toplumunun önünde bir engel olarak durmaya devam ediyor.
Bu güçlü, sarsılmaz paradigmayı yakın tarih boyunca zorlayanlar da çoğunlukla bu paradigmanın öte tarafında yer alan Kürtler olduğu için bunun aşılması günümüze kadar bir gerçekçi imkân haline gelemedi. PKK’nin özetle, temsil ettiğini iddia ettiği Kürtlerle herhangi bir organik bağa sahip olmayan, rasyonellikle ilişkisi kesilmiş bir “terörist” örgüt olduğunu savlayan bu paradigma, etrafına örülen güçlü yasal dayanaklarla 80’lerden bu güne ülkenin en azından batısının yerleşik algısı haline geldi. Bu algının artık neredeyse bunu yaratanlara dahi zarar vermeye başlamasında siyaset kurumunun popülist retoriği, medyanın gerçek bir gazetecilikten uzak yayıncılığı, STK’ların devletle bağlarının güçlülüğü gibi nedenler de etkili oldu.
Çatışmanın yaşandığı Türkiye’nin Kürt coğrafyasının dışında kalan, yaşananları fiilen gözlemleyemeyen toplumun önemli bir kesimi bu ideolojiye zamanla güçlü bir şekilde ikna edilmiş oldu. Esasen klasik bir devletçi refleks üzerinden, Kürt meselesinin hem ulusal hem uluslararası mecrada olduğu haliyle bilinmesini engelleme maksadıyla yaratılan bu paradigma özellikle 2000’li yıllarda Türkiye’nin batı kentlerinde PKK kadrolarından bağımsız olarak Kürt yurttaşlara da toplumun bazı kesimlerince ‘terörist’ muamelesi yapılmasına varacak tehlikeli raddelere vardı.
Yazının devamı için: http://hamzaaktan.blogspot.com/2011/06/candarn-pkk-raporu-psikolojik-bir-krlma.html
Leave a Reply