Talin Suciyan
AGOS, 787
Bana katlanabilmek için önce benden mozaik yaptınız, baktınız o çok statik oldu, ebruya döndünüz. Ama ister ebru deyin ister mozaik, hepiniz “Anadolu’nun rengi” olduğum konusunda hemfikirdiniz. Oysa ben sizin ne ebrunuz, ne mozayiğiniz, ne de Anadolunuzun rengiyim! Biliyorum, ölüp yok olunca, sesim çıkmaz, izim bilinmez olunca renklenebilirim, tarihimi ne kadar yok ederseniz o kadar renkli olurum sizin gözünüzde.
Ben sizin ne ebrunuz, ne mozayiğiniz, ne de “Anadolunuzun rengiyim”. Peki ne miyim? Kılıç artığı nesillerin çocuğuyum, bedenleri yağmalanmış, defalarca yerinden yurdundan edilmiş, binlerce yıl yaşadığı topraklardan bütün izleri son yüz yılda silinmiş, varlığı da, yok edilmesi de inkar edilmiş, mabetleri, okulları, vakıfları, tüm kurumları ve hatta teker teker insanlarının yürekleri, beyinleri ters yüz edilmiş, ele geçirilmiş, kendine yabancılaştırılmış, sindirilmiş bir halkın kızıyım. Bana ‘Türkiyeli Ermeni’ diyorlar.
24 Nisan günü bir Ermeni öl(dürül)müş kışlada. Ermeniler kendilerince anlamışlar bunun ne demek olduğunu. Egemen Bağış çıkmış, “Sevak kardeşimiz, Anadolu’nun renklerini temsil ediyor” diyor. Bağış haklı, ölü Ermeni hep “kardeş” olur! Ve evet, bir rengi temsil ediyoruz: Kopkoyu, depderin bir siyah. Uçsuz bucaksız siyah!
Sevak’ın kapkara gözleri dikilmiş üzerimize, karalar kuşanmış Sevak. Yemekti, şarkıydı, türküydü, kardeşlikti demeden bakabilecek misiniz o gözlere?
Yüzyıllık acıları hissetmeye uğraşmayın. Ama o cenazede nasıl bir tahakküme maruz kaldığımızı, kilisenin cemaatinden, cenazenin de sahiplerinin ellerinden nasıl çekilip alındığını, bu ülkede kalan Ermeniler olarak nasıl sonsuz bir bedel ödemeye mahkum edildiğimizi episkoposun ayinden sonra yaptığı konuşmaya bakarak anlayın. Anlatmaya çalıştıkça kelimeler karşımıza geçip kahkahalar atarken, mümkünse daha fazla anlattırmadan anlayın. Bu yalnızlığı paylaşın.